Garibe Gezer’in cezaevinde şüpheli bir şekilde yaşamını yitirmesi hakkında konuşan Kışanak ‘Sessiz çığlığını duyamadık, ona elimizi uzatamadık. Vicdani sorumluluk içimizi kemiriyor’ dedi.
Tutuklu bulunan HDP’li Gültan Kışanak, 2021 yılının kişisel, toplumsal ve siyasal olarak kötü bir yıl olduğunu ve peş peşe ölüm mariobet giriş haberleri aldığını söyleyerek yeni yıl için “Kötülüklere inat hayata gülümseyerek bakabiliyoruz; bakabilmeliyiz” ifadelerini kullandı.
Kandıra F Tipi Cezaevi’nde 30 Ekim 2016 tarihinden bu yana tutuklu bulunan eski Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi (DBB) Eş Başkanı Gültan Kışanak, Çatlak Zemin’in sorularını yanıtladı. Kürt siyasetçi Aysel Tuğluk’un sağlık deneme bonusu sorunları, sistematik işkence ve tecavüze maruz kaldıktan sonra yaşamını yitiren Garibe Gezer’in ölümü, Kobanê Davası ve kadına yönelik erkek-devlet şiddetine dair değerlendirmelerde bulunan Kışanak, “Dışarının içeriye göz kulak olması gerekiyor” dedi.
Aynı zamanda iktidarın kazanabileceği bir seçimin koşullarını oluşturmaya çalıştığını ve bunun için her şeyi yapabilecek karakterde olduğunu ifade eden Kışanak, önemli olanın “buradan nasıl çıkacağız?” sorusuna verilecek yanıt olduğunu vurgulayarak, sol/radikal demokrasi kanadının kuracağı ittifakla değişimin mümkün olduğunun altını çizdi. Kışanak, muhalefet partilerine de “Toplumsal bir hareket yaratamaz, sadece yoksulluk ve ekonomik kriz nedeniyle halkın iktidara sırtını dönmesini beklerse; iktidar bu durumu da yönetecek bir yol bulabilir” uyarısında bulundu.
Çatlak Zemin’in Gültan Kışanak ile yaptığı söyleşinin tamamı şöyle:
Cezaevinde beşinci yılı geride bıraktın. Hâlâ yargılanma sürecindesin. Temmuz ayında tüm davaların Kobane Davası ile birleştirildi. Dava hakkında ne söylemek istersin ve sizi ne bekliyor?
Bu davanın başkaca siyasal anlamları var. IŞİD barbarlığına karşı gösterilen toplumsal tepkiyi yargılama konusu yapmak, bu barbarlığa sahip çıkmaktır. IŞİD’in Kobane’de aldığı yenilgiyi, burada demokratik siyasete bedel olarak ödetmek istiyorlar. Oysa Kobane’de halkın gösterdiği direniş sayesinde Ortadoğu az da olsa bir nefes aldı. Bunda Türkiye demokratik kamuoyunun gösterdiği dayanışmanın da payı var. Biz kadınlar açısından ise IŞİD erkek egemen zihniyetin en vahşi hâlini ve örgütlü kadın düşmanlığını temsil ediyor. O nedenle bu davayı aynı zamanda, kadınların özgürlük iddiasına duyulan bir öfke olarak görüyoruz. Bir kadın olarak, “Neden Kobane’deki IŞİD saldırılarını durdurmak için basına demeç verdin?” diye yargılanmak zoruma gidiyor. Vicdan ve sorumluluk sahibi bir kadın olarak, IŞİD’in tıpkı Şengal’de ve başka yerlerde olduğu gibi, kadınları esir alarak köle pazarlarında satmasını, cariye olarak kullanmasını sessizce bekleyemezdim. Bu davanın bir başka boyutu da Türkiye siyasi tarihinde sıkça karşılaştığımız derin devlet/kontrgerilla katliamlarının, solun/devrimcilerin üzerinden tartışılarak, üstünün örtülmesi, karanlıkta bırakılması geleneğinin bir devamı olmasıdır. Bu davanın bir başka mesajı ise sokağı demokratik muhalefete kapatmaktır. “Sakın sokağa çıkmayın provokasyon olur” söylemi bazı muhalefet partilerini sokağa çıkmaya korkar hâle getirdiği gibi, tüm demokrasi güçleri de aynı noktaya çekilmek isteniyor.
Dava dosyası tamamen kumpas belgelerle hazırlandığı gibi, yargılama süreci de adeta bir işkenceye çevrildi. İki hafta duruşma, bir hafta ara şeklinde seri yargılama yapılmak isteniyor. Tam bir işkence. İki hafta boyunca saatlerce bir sandalye üzerinde oturarak duruşmayı takip etmemiz, bir haftalık arada ise bini aşkın klasörden (yüz binlerce sayfa) oluşan dava dosyasını inceleyip hemen savunma yapmamız isteniyor. Ki kapsamı nedeniyle dava dosyası bizlere fiziki olarak tebliğ edilmedi, cezaevlerinin bilgisayarlarına yüklendi. Ancak cezaevlerinin koşullarına uygun saatlerde bilgisayar odasına gidip dava dosyasını inceleyebiliyoruz. Bu duruşma periyotlarında ısrar etmenin amacı avukatların duruşmaları düzenli olarak izlemesini engellemek, bizlerin savunma hakkını gasp etmek, dava dosyasındaki kumpas belgelerinin teşhir edilmesini engellemek. Ama bütün bu kumpaslara, bütün bu hukuksuzluklara rağmen bizler demokratik mücadelenin gereklerini mahkeme salonlarında da yerine getireceğiz. “Kobane olayları” denilen provokasyonun üzerinin örtülmesine izin vermeyeceğiz. Bugün avukatlar, mahkemenin iki hafta duruşma, iki hafta ara şeklinde yeni bir karar aldığını söylediler.
COVID-19 pandemi koşullarının tecridi normalleştirdiğini çok kez dile getirdin. Özellikle pandemiden sonra ve Türkiye’nin politik ortamının da sertleşmesinin etkisiyle cezaevi koşullarının giderek ağırlaştığını bizler de duyuyoruz. Ne tür hak ihlalleri ve kötü uygulamalara maruz kalıyorsunuz? Nasıl mücadele ediyorsunuz?
Pandemi gerekçesiyle cezaevi tam bir tecrit mekanına dönüştü. Tam 19 ay açık görüş yapamadık, yakınlarımıza dokunamadık. 19 ay sonra 9 Aralık’ta yarım saatlik ve iki kişi ile sınırlı bir açık görüş yaptık. Ama bundan sonra düzenli olarak açık görüş yapılıp yapılmayacağı belirsiz. Kapalı görüşler de kısıtlı olarak yapılabildi, dönem dönem tamamen yasaklandı. Cezaevi içinde sosyal iletişim imkanlarının tümü ortadan kaldırıldı, infaz yasası gereği her hafta belli saatlerde, diğer mahpuslarla birlikte ortak alanda “sohbet ve spor” yapma imkanı vardı. Ortak alan etkinliklerinin tümü yasaklandı. Mart 2019’dan beri, hücremizdeki iki kişi dışında hiç kimseyle görüşme, sohbet etme imkanımız yok.
Kitap yasağı da çok dile getirdiğin konulardan biri. Son durum nedir?
Pandemi gerekçesiyle uygulanan katı tecridin dışında sürekli infaz yasasında ya da cezaevi genelgelerinde değişiklikler yapılarak temel haklar kısıtlanıyor. Örneğin dışarıdan alınacak kitaplar, her ay, üç kitap ile sınırlandırıldı. Basın İlan Kurumu’ndan ilan almayan yayınların tümü yasaklandı. Artık cezaevinde hiçbir sol, muhalif gazete ve dergi okuyamıyoruz. Eskiden cezaevi gözlem kurulunun iyi hâl değerlendirmesi, infaz bitmeden tahliye edilmek için gerekliyken; yeni düzenleme ile cezasının infazını bitirdiği hâlde cezaevi gözlem kurulu “iyi hâl” vermediği için insanlar tahliye edilmiyor. Yine infaz yasasında bulunan üç kişilik arkadaş görüşçüsü hakkını kullanmak imkansız hale getirildi. İnsanların beraat ettikleri davalar bile gerekçe gösterilerek, görüşçü kabul edilmiyor. Tüm yetki cezaevi idaresinin inisiyatifinde. Yargı yolu ile hak aramaya çalışsan, cezaevi müdürü, cezaevi savcısı, infaz hakiminin ağız birliği içinde olduğunu görüyorsun. Kısacası ülke genelinde olduğu gibi cezaevlerinde de iktidara bağlı, siyasallaşmış, keyfi yönetim devri var.Siyasi kadın mahpuslar olarak, her şeye rağmen moralimizi yüksek tutmak, ruh ve beden sağlığımızı korumak için gayret gösteriyoruz. İçerideki ve dışarıdaki kadın dayanışması ve mücadelesi en büyük moral ve umut kaynağımız.
Garibe Gezer… Tanıyor muydun; hiç iletişim kurma imkânın olmuş muydu? Cezaevinde yaşadıklarını, kadın gardiyanların cinsel saldırısını kamuoyuna duyurduktan birkaç ay sonra ölüm haberini aldık. ‘Bu bir cinayettir’ diyorsun/diyoruz. Neler yapılabilirdi?
Garibe Gezer’i tanımıyordum. Bu cezaevine getirildiğinde de haberimiz olmadı. F tipi cezaevleri öylesine bir tecrit mekânı ki birbirine yakın üç dört hücre dışında kimse kimseden haberdar olamıyor. Garibe getirildiğinde neler yaşadığını bilmiyorum. Ancak bir ara on gün kadar, benim kaldığım hücrenin de bulunduğu koridorda başka bir hücreye getirdiler. O zaman kendisinden haberdar olduk. Bağırarak konuşunca, az da olsa birbirimizi duyabiliyorduk. Açlık grevindeydi. Birlikte kalmak istediği bir arkadaşı olduğunu, onun yanına götürmedikleri için açlık grevi yaptığını söyledi. Cezaevi yetkilileri ile Garibe’nin talebinin kabul edilmesi için görüştük. Kabul etmeye pek yanaşmadılar. Kısa bir süre sonra da biz görüşteyken Garibe’yi alıp götürmüşler. Artık kendisiyle iletişim kurma imkanımız kalmadı. Ama yanına geçmek istediği arkadaşına yakın bir hücreye götürüldüğünü, açlık grevini bitirdiğini öğrendik. Ayrıca insan haklarına duyarlı avukatların kendisiyle görüştüğünü de duyunca, rahatladık. Garibe’nin cinsel şiddet gördüğüne dair haberi gazeteden okuduk. Bu cezaevinde böyle bir şey yaşandıysa buna karşı sessiz kalamazdık. Haberi yayınlayan Evrensel gazetesi, “basın ilan kurumundan ilan alma cezası aldığı” gerekçesiyle yasaklandı. Diğer gazetelerde konuya dair haber/yazı göremedik. Avukatlardan, dışarıdan bilgi almak istedik. Ancak ne yazık ki sağlıklı bir bilgi alamadan Garibe’nin yaşamını yitirdiğini öğrendik. Büyük bir şok yaşadık. Garibe’nin yaşamını yitirmesi burada bulunan siyasi mahpus kadınların tümünde derin bir yara açtı. Bu korkunç sonu önlemek için neler yapabilirdik diye kendimizi sorguluyoruz. Garibe’nin sessiz çığlığını duyamadık, ona elimizi uzatamadık. Yaralı ve öfkeliyiz. Evet, F tipi cezaevleri katı tecrit mekanları ama yine de vicdani sorumluluk içimizi kemiriyor. Biraz da Garibe’nin direngen, asi ve özgüvenli hâli bizleri yanıltı.
F tipi hücrelerde yirmi dört saat ‘kapı sesi mi geldi, kimin kapısını açtılar, slogan sesi mi geldi, ağlama sesi mi var, bir şey mi oldu’ diye tetikteyiz. Rutin dışı bir ses duyduğumuzda, ne olduğunu öğrenmek için çırpınıp duruyoruz. Çoğunlukla da tahmin ve yorumlarla yetinmek durumunda kalıyoruz. Bu nedenle dışarıdan haber alabilmek çok önemli. İnsan hakları kuruluşlarının, hukuk mücadelesi yürüten kişi ve kurumların cezaevleriyle düzenli iletişim kurması gerekiyor, özellikle F tipi cezaevlerinde bazen içerideki dayanışma tek başına yetmiyor. Hani “göz kulak olmak” diye bir deyim var ya; dışarının içeriye göz kulak olması gerekiyor. Tecrit ortamlarında içerideki mahpuslar, ne kadar duyarlı olsalar da gözleri hücre duvarının ötesini göremiyor; kulağı beton duvarları aşamayan sesleri duyamıyor.
Aysel Tuğluk… Yol arkadaşın, mahpus yoldaşın. Aysel Tuğluk’un hastalığına da gün be gün tanıklık eden biri olarak neler söyleyebilirsin? Bu noktada da cezaevi içerisinde kadın dayanışmasının önemi daha da ön plana çıkıyor. Cezaevinde kadınlar arasında nasıl bir dayanışma örüyorsunuz?
Aysel Tuğluk… Aysel Tuğluk ile tanışıklığımız çok eskilere dayanır. İkimiz de aynı mahallede büyüdük. Sonra benim gazetecilik yaptığım yıllarda Aysel de avukatlık yapıyordu, insan hakları, adalet, Kürt sorunu, barış politikaları, kadın hakları gibi birçok konuda sık sık yollarımız kesişiyordu. Bazen benim için haber kaynağı, bazen de yol arkadaşıydı. Daha sonra da aynı partide birlikte siyaset yaptık, mücadele ettik. Son beş yıldan beri de aynı cezaevindeyiz. Yaşadığı travmalara bire bir tanık olmuş bir insan olarak, Aysel’in bugün yaşadığı sağlık sorunları ayrıca canımı yakıyor, yüreğim isyan ediyor.
Aysel’in artık ne zaman, neyi unutacağını bilemiyoruz. Bir an hatırlasa da bir süre sonra yeniden unutabiliyor. Bu nedenle çok kaygılıyız. Sürekli yanında birinin olması ve bir nevi hafıza yoldaşlığı yapması gerekiyor. Ne yazık ki hastalığın en azından seyrini yavaşlatabilecek imkanlardan yoksunuz. Eski tanıdıklar, sohbetler, sosyal paylaşımlar, tanıdık mekanlar vs. hafızayı diri tutacak tüm uyaranlardan uzakta, birkaç metrekare bir hücrede, her gün tekrarlanan rutin işlerden ibaret bir yaşam. Böyle bir ortamda teşhisi konulan ‘demans hastalığının’ hızla ilerleyeceğini herkes biliyor. Bu nasıl bir vicdan? Demansın son aşaması, yutkunmayı, yatakta dönmeyi dahi unutma noktasına geliyor. Artık yaşamsal hiçbir fonksiyonu kalmıyor. Bizim henüz ileri aşamalara geçmeden Aysel’in cezaevinden çıkarılması konusundaki talebimizin, ısrarımızın nedeni bir yaşamı kurtarmak. Bu nedenle Aysel’in bir an önce çıkması, tedavi imkanlarına, hastalığın seyrini yavaşlatacak sosyal iletişim imkanlarına ve bakım desteğine kavuşması gerekiyor. Biz bu cezaevinde bulunan kadın siyasi mahpuslar olarak, Aysel’e mümkün olan sınırlar içerisinde destek oluyoruz. Ancak yetmiyor. Aynı hücrede en fazla üç kişi kalabiliyor. Aysel arkadaşın yanında iki arkadaşımız var, kendisine yardımcı oluyorlar. Tüm arkadaşlar Aysel’in bakımı için gönüllü. Ancak hem Aysel’in sağlığı açısından sık sık yanındaki kişinin değişmemesi gerekiyor hem de yanındaki arkadaşı istediğimiz zaman değiştirme imkanına sahip değiliz. Ayrıca hastaneye gidişlerinde, karantinada tek başına kalacak diye tutturuyorlar, bu sorunları bile epeyce uğraşarak çözüyoruz.
Aslında uzun yıllardır evli ve çocuklusun. Ama erkek siyasetçilerin aksine bunu kamuoyuna hiç taşımıyorsun. Kamuoyunda “evli Gültan Kışanak fotoğrafı” ile karşılaşmıyoruz. Bu durumun kadın siyasetçi olmayla ilgisi var mı?
Evli ve çocuk sahibi olmak, erkek egemen sistemin bir normu. Evli değilseniz, çocuğunuz yoksa ‘eksik’ sayılıyorsunuz. Bu zihniyet kadını birey olarak eksik görmekle ilgili. Kadın, ancak bir erkeğe bağlı olursa ve iyi bir anne olduğunu gösterirse onaylanır. Toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin temelini sorgulayan bir bilince sahip olmak, insanın siyaset yapma biçimine doğrudan yansıyor. Tabii işin bir de toplumsal kabul görme yanı var. Siyaset, erkek egemen normları eleştirip karşısına aldığı zaman oy kaybetme kaygısı taşıyor. Çünkü erkek egemen normları içselleştirmiş toplum “mazbut aile” fotoğrafına da oy veriyor. Biz kadın siyasetçiler ise biraz Donkişot gibi olmak durumundayız. Yoksa eril sistem bizi çarklarında öyle bir öğütür ki kadın kimliğinden eser kalmaz. Kendi özelimde söyleyecek olursam, aslında bu durum önceleri biraz doğalında gelişti. Gazetede biz kadınlar sanki biraz daha ön plandaydık. Bizim ev kadın klanı gibiydi. Gazetede işimizi bitirince kadın arkadaşlarla birlikte eve giderdik. Eşim de bir odaya çekilirdi. Sonra parti çalışmalarında da böyle oldu. Kadın bilinci, kadın örgütü özel hayatımızın da bir parçası hâline geldi. Kızım da kadın klanının bir parçası olarak büyüdü. Kısacası çok kadın bir arada olmak: iyi bir şey.
Eşbaşkanlığın HDP; HDK; DBP’nin mor çizgisi olduğunu biliyoruz. Ancak cezaevinde tutuklu eşbaşkanlık temsilinin kadınlar açısından güçlü olmadığını gözlemliyoruz. Sizce bunun nedeni ne olabilir?
Eşbaşkanlığı siyasal bir ilke olarak kabul etmek, pratikte uygulamak ve yasal bir hak hâline gelmesini sağlamak çok önemli bir aşama. Ama bunun tam eşitlik hâli olmadığını hepimiz biliyoruz, yaşıyoruz. Yasal haklar, ilkeler, kurallar, toplumsal cinsiyet eşitliğine giden yolun önünü açıyor. Ancak eşitlik öyle bir karar almayla, bir yasal hak kazanmayla hemen gerçekleşmiyor. Kadın mücadelesinin konusu ve gerekçesi de budur zaten. O nedenle biz kadınlar her kazanımı, yeni bir mücadele alanı olarak ele almak zorundayız. Ve bu mücadele hem erkek egemen sisteme karşı, hem de erkek egemen sistemin biz kadınlarda yarattığı tahribatla mücadele olarak çift yönlüdür. Bin yıllardan beri egemen olan eril zihniyet, hayatın her alanına, tüm toplumsal dokuya, “erkeklik” ve ‘kadınlık’ olarak yaratılan form vasıtasıyla her bir kişiye sirayet etmiştir. Biz kadınlar, erkek egemen sistemle mücadele ederken aynı zamanda ‘kadınlık’ formunu çözümlemek, pratikte kendimizi yeniden kurmak durumundayız. ‘Erkeklik’ sorgulaması ise Türkiye’deki demokratik yapılarda genel olarak çok zayıf, siyasal yapı olarak bizde de genellemelerin ötesine gitmiyor. Bu konu son derece önemli ve derin bir konu, keşke dışarıda özgür koşullarda bu konular ayrıntılı olarak tartışılsa; tartışma metinleri bizlere de ulaştırılsa. Ama her zaman olduğu gibi ‘toplumsal cinsiyet eşitliği’ ne yazık ki birinci gündem olamıyor. Ülkenin çok önemli sorunları var, otoriterleşme sorunu, tek adam sorunu, ekonomik kriz, sandık, gelecek, toplumsal muhalefet bir araya nasıl toparlanacak derken, toplumsal cinsiyet eşitliği ile ilgili konular öteleniyor. Kadınlar ancak kadın cinayetlerinin konusu olarak, gündemde ön sıralara çıkabiliyor. Oysa bütüncül, güçlü, demokratik mücadelenin temel harcı toplumsal cinsiyet eşitliğidir. Neyse içimizi karartmayalım, her şeye rağmen kadın mücadelesi güç kazanıyor. Biz buradan böyle görüyoruz ve umudu büyütüyoruz.
Siz içeri girdiğinizden beri kadın haklarında da geriye gidişler oldu. Türkiye, Erdoğan’ın tek imzasıyla İstanbul Sözleşmesi’nden çekildi. Kadın hareketinde ittifaklar, güncel politik hedefler konusunda düşünceleriniz neler?
Siyasal sistem otoriterleştikçe, kadın haklarına yönelik saldırılar ve kısıtlamalar da artar. Aslında bizlerin tutuklanması, kadın haklarına yönelik planlı sistematik saldırının başlangıcıydı. Arkası geldi. Kadın kurumları kapatıldı, kadınların faaliyetleri yasaklandı, örgütlenme ve dayanışma yasa dışı ilan edilerek engellendi; kadınların kazanılmış yasal haklarını ellerinden almak için çeşitli hamleler yapıldı; bir kısım haklarda geriye gidildi, toplumsal cinsiyet eşitliği tanımı resmi raporlardan çıkartıldı vs. Kamuoyuna yansıyan cinsiyetçi beyanların ise haddi hesabı yok. Bu sistematik saldırının son halkası da İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmek oldu. Fırsat bulabilirlerse, başka hakları da geri almak için tetikte bekliyorlar. Kadınlar olarak en geniş ittifakı kuramaz ve güçlü bir karşı duruş sergileyemezsek, bu kötü gidişatı durduramayız. Bu süreçte her şeye rağmen, kadınlar sokaktan çekilmedi, itirazlarını yükseltti, toplumsal muhalefetin en dinamik gücü olduğunu bir kez daha gösterdi. Kadın hareketleri ortak mücadelenin önemini biliyorlar ve epeyce ortak mücadele deneyimi de biriktirdik. Kadınlar Birlikte Güçlü Platformu sürece daha aktif bir müdahalede bulunabilir. Daha güçlü bağlar kurmanın, ittifaklar oluşturmanın imkanları olduğuna inanıyorum. Biliyoruz, bizlerin beş yılı aşkın bir zamandır cezaevinde tutulmasının bir nedeni de kadınlara gözdağı vermek. Ama biz kadınlar açısından bu tür tehditler, daha fazla mücadele gerekçesidir. Bizler içeride, duruşumuzdan, kadın özgürlük çizgisinden zerre taviz vermeden, kadın özgürlük mücadelesine içeriden katkı sunmaya çalışıyoruz.
Dışarıdaki durumu yeterince bilmemekle birlikte; ülkedeki genel durumun kadın hareketlerinin örgütlenmesi açısından dezavantajları olduğu kadar avantajları da olduğuna inanıyorum. Genç nüfusun, gidişat konusunda kaygılı, tepkili ve sorgulayıcı olduğu; aynı zamanda dünyaya açık ve yaratıcı olduğu biliniyor. Bu nedenle genç kadın örgütlenmesinin, kadın hareketlerine dinamizm, yenilenme ve güç katacağına inanıyorum. Toplumsal cinsiyet eşitliği başta olmak üzere her türlü eşitlik politikasına duyarlılık konusunda da genç kadınlar daha açık konumdalar. Özellikle inanç ve kimlik ekseninde bölünmüş toplumlarda, kadınların ortak mücadelesi de pek kolay olmuyor. Genç kuşakla belki bu toplumsal yarılmalar daha kolay aşılarak, ortak paydada buluşulabilir. Farklılıklarımızla birlikte, öncelik sıralamasında ‘ortak mücadele’ ilkesini birinci sıraya alırsak, daha güçlü bir kadın mücadelesi açığa çıkartabiliriz. Kadın hakları açısından ülkenin tehlikeli bir viraja girdiğini bilerek; hareket etmemiz gerekiyor. Ben kadınların duygusuna, analiz gücüne, mücadele azmine ve kararlılığına güveniyorum.
Öyle ya da böyle Türkiye seçim sürecine girmiş durumda. Seçim süreçleri, eğer kadınlar aktif olarak müdahil olursa; eşitlik politikalarının ön plana çıktığı, toplumsal dönüşümün yaşandığı, siyasi partilerin kadın politikaları konusunda kendilerini değiştirmek zorunda hissettiği bir süreç oluyor. Ama kadınlar ön alamaz, sürece güçlü bir müdahalede bulunamazlarsa, muhalefet partilerinde bile oy kaygısı bahane edilerek erkek egemenliğinin daha da güçlendiği bir süreç yaşanabiliyor. Bu nedenle kadın hareketlerinin, gecikmeden bir seçim politikası oluşturması gerekir. Genel bir ihtiyaç olan demokrasi ittifakının en geniş bileşenle kurulmasına kadınlar öncülük edebilir. Feminist talepler görünür kılınabilir. Kadın kriterleri açıklanabilir. Hep beraber sahaya inilerek; kadınlara güven ve cesaret veren bir duruş sergilenerek; kadın örgütlenmesi güçlendirilebilir. Kadınların eşitlik ve özgürlük mücadelesi ile toplumsal barış mücadelesinin paralel mücadeleler olduğu ve yer yer kesiştiği dikkate alınarak; feminist program ile barış ve özgürlük programları ortaklaştırılabilir. Kısacası yapacak çok iş var; tüm kadın örgütlerine, kadın aktivistlere kolaylıklar diliyorum.
Kürt kadın siyasetçi olarak bugün ülkenin içinde bulunduğu ekonomik-siyasi duruma dair ne düşünüyorsun? İttifaklar, güncel politik hedefler konusunda ne düşünüyorsun?
Mevcut iktidarın görünen/görünmeyen ortaklarının, yönetim anlayışlarının birkaç temel ilkesi var. Birincisi her şey iktidar için. İkincisi herkes bu iktidara biat/itaat etmeli; etmeyenler teröristtir. Üçüncüsü, kaderinize razı olun, yaşadığınız sıkıntıları benden bilmeyin. Bu yaklaşımla ülkeyi yönetiyorlar ve iktidarı bırakmayı da pek düşünmüyorlar. Kazanabilecekleri bir seçimin koşullarını oluşturmaya çalışıyorlar. Ve bunun için her şeyi yapabilecek karakterdeler. Bunlar bilinen gerçekler. Siyasi, ekonomik ve toplumsal sorunları hep beraber yaşıyoruz. Önemli olan ‘buradan nasıl çıkacağız’ sorusuna verilecek cevaptır. Bu soruya da hemen herkes; ‘muhalefet ortak hareket ederse, kazanabilir’ cevabını veriyor. Ama tüm muhalefet partilerinin bir blok olarak hareket etmesinin kolay olmadığı da biliniyor. Ben bu konuda iki öneride bulunabilirim; Birincisi muhalefet cenahında sol/radikal kanadın güçlenmesi kritik önemdedir. HDP’nin, diğer sol, sosyalist partilerin, kadın hareketlerinin, platformlarının, emek örgütlerinin, insan hakları, hukuk ve barış mücadelesi yürüten çevrelerin ortak hareket etmesi, anlaşılır, net talep ve programla yola çıkması kritik önemdedir. Sol/radikal demokrasi kanadı ne kadar güçlü olursa; diğer muhalefet partilerinde bu kesimle ortak hareket etme arayışları artacaktır. Böyle güçlü bir radikal demokrat kanat oluşturulursa, diğer muhalefet partilerinin politikalarını demokrasi ve barış ekseninde etkilemek ve toplumsal zemindeki ön yargıları kırmak da o kadar kolay olacaktır. Böyle bir kanadın oluşması, tüm muhalefet partilerin ortak hareket etmesinin önünde bir engel değildir. Yeri ve zamanı geldiğinde, koşulları oluştuğunda o da olur. İkincisi her bir muhalefet partisinin; ‘diğerleri bana muhtaç’ duygusundan çıkıp, ‘diğer muhalefet partileri olmadan ben tek başıma başaramam’ anlayışına gelmesi gerekir. Bu olumlu politika yapma tarzıdır. Topluma da pozitif enerji olarak yansır; toplumsal zemindeki ön yargıları, kutuplaşmayı, bölünmeyi çözmeye yardımcı olan bir yöntemdir. Bugün sorun siyasi partilerin parçalı yapısı değildir. Yıllarca izlenen çözümsüzlük, düşmanlaştırma, ajite etme, kamplaştırma politikaları nedeniyle toplumsal yapı parçalıdır. Siyasi partilerdeki durum bunun bir yansımasıdır. Kimlik, inanç ve demokrasi sorunlarını çözemeyen; uzun süreli savaş ve çatışmanın yaşandığı tüm ülkelerde görülen bir durumdur. Siyaset bu gerçek gündemlerden istese de kaçamaz. Muhalefet bu hakikatleri bilerek, barış, demokrasi, toplumsal eşitlik ve ekonomik refah konularında yeni şeyler söylemek zorundadır. Muhalefet partileri toplumsal bir hareket yaratamaz, sadece yoksulluk ve ekonomik kriz nedeniyle halkın iktidara sırtını dönmesini beklerse; iktidar bu durumu da yönetecek bir yol bulabilir.
Son söz olarak; söyleşide de kullandığımız fotoğrafta elinde saz ve her zamanki gibi yüzünde bir gülümseme var. Bu umut dolu gülümsemenle 2022 için neler söylemek istersin?
Doğrusu saz çalmayı bilmiyorum. Aynı hücrede birlikte kaldığım Dersim’in bir önceki dönem belediye başkanı Edibe arkadaşın sazı var, çalıyor. Benimki sadece bir heves. Biraz da kızıma esprili bir fotoğraf vermek istedim. Kötülüklere inat hayata gülümseyerek bakabiliyoruz; bakabilmeliyiz. 2021 hem benim açımdan kişisel olarak hem de genel olarak toplumsal ve siyasal gelişmeler nedeniyle kötü bir yıldı. Arka arkaya ölüm haberleri aldım; babamı, ardından dayımı ve amcamı yitirdim. Figen başkan babasını, başka arkadaşlar da yakınlarını yitirdi. Garibe’nin yaşamını yitirmesinin acısı bambaşka oldu. Bu sene bu cezaevinde türlü taziyemiz bitmedi. Ülkedeki hukuksuzluk, yıkım, baskı, kadın cinayetleri zaten içimizi karartıyor. Tüm kötülüklere inat yüzümüzden gülümsemeyi; yüreğimizden umudu ve mücadele azmini hiç eksik etmeyeceğiz. Yeni yılın umutlarımızın gerçekleştiği bir yıl olmasını diliyor, yeni yılınızı kutluyorum.