Futbol çoğu zaman bir oyundan çok daha fazlasıdır. Bazen bir ulusun aynası, bazen de bastırılmış duyguların ve kimliklerin yansıması olur.
Fenerbahçe–Stuttgart maçında yaşananlar da bunun acı bir örneğiydi.
“Ben Kürdüm” diyen bir futbolcu
Stuttgart’ın golcüsü Deniz Undav, birkaç yıl önce bir gazetecinin “Türk milli takımında oynamak ister misin?” sorusuna sade ama anlamlı bir yanıt vermişti: “Ben Kürdüm.” Bu cümle, aslında sadece bir kimlik beyanıydı. Ne politik bir manifesto, ne de bir meydan okuma…
Ancak görünen o ki, bu söz hâlâ bazı kulaklarda yankılanıyor.
İstanbul’daki UEFA Avrupa ligi maçında, tribünlerden Undav’a yönelik toplu küfürlerin yükseldiği duyuldu..
Bir futbolcuya, sadece etnik kimliği nedeniyle edilen hakaret ve küfürler sporun değil, nefretin diliyle konuşmaktır.
Sahada saldırı, tribünde öfke
Maç sonunda Fenerbahçeli İsmail Yüksek ile Undav arasında kısa süreli bir gerginlik yaşandığı görüldü.
Bazı haberlerde Yüksek’in ırkçı ve hakaret dolu sözler söylediği, Undav’ın da buna tepki gösterdiği belirtildi.
Bu küçük sahne, aslında çok daha büyük bir meselenin dışa vurumuydu:
Toplumun derininde süregelen kimlik ve aidiyet çatışması. Futbol sahaları, çoğu zaman milliyetçiliğin en görünür olduğu yerlerdir.
Bayraklar, marşlar, tezahüratlar… Coşku ile öfke arasındaki çizgi çok incedir.
O çizgi aşıldığında, futbol birleştirici olmaktan çıkar; “biz” ve “onlar” ayrımını yeniden üretir.
Bugün sahada yaşanan sadece iki futbolcu arasındaki tartışma değil;
milliyetçiliğin, kimliklerin üzerine çöken ağırlığıdır.
Bu ilk değil: Deniz Naki ve Amedspor örneği
Deniz Undav’a yönelik tepkiler, ne yazık ki Türkiye futbolunda ilk değil.
Bir dönem Almanya’da yetişip Amedspor forması giyen Deniz Naki, sadece barış çağrısı yaptığı için defalarca ırkçı nefretin hedefi olmuştu.
Sosyal medya paylaşımları nedeniyle cezalar aldı, saldırıya uğradı, sonunda Almanya’ya geri dönmek zorunda kaldı.
Bugün Amedspor hâlâ deplasmanlarda aynı nefretin gölgesinde oynuyor.
Rakip tribünlerden yükselen küfürler, pankartlar ve saldırılar; sporun değil, sistemin içselleştirdiği ırkçılığın yansımasıdır.
Bu örnekler, futbolun sahadaki mücadeleden öte, kimlik mücadelesine dönüştüğünü gösteriyor.
Ve bu dönüşüm, yalnızca Kürt kimliğine değil, farklı olana, “bizden olmayan”a karşı işleyen daha büyük bir önyargı zincirinin parçası.
Kimlik suç değildir
Bir oyuncunun Kürt olması, onun milli forma giyme hakkını ya da saygı görme değerini azaltmaz.
Bir futbolcunun etnik kimliği, onu alkışlamamıza ya da yuhalamamıza neden olmamalı.
Ama Türkiye’de yıllardır süren kimlik baskısı, futbolu da bundan bağımsız bırakmıyor.
Sporcuların üzerindeki bu görünmez yük, oyunu da insan ilişkilerini de zehirliyor.
Irkçılığa karşı insan kalabilmek
Deniz Undav’a edilen küfürler, sadece bir futbolcuya değil, insan onuruna yönelmiş bir saldırıdır.
Deniz Naki’ye, Amedspor’a, ya da kimliğini özgürce ifade eden herkese yapılanlar da öyle.
Irkçılığa karşı durmak, bir kişiyi savunmak değil; insan olmanın değerini savunmaktır.
Kürt, Türk, Alman ya da başka bir kimlik… Bunlar bizi ayırmak için değil, birbirimizi anlamak için var.
Bir gün tribünlerde yalnızca alkışlar yükselecek.
Ne ırkın, ne milliyetin, ne kimliğin sesi…
Sadece insanın sesi kalacak geriye.