HDP Eş Genel Başkanı Sancar, muhalefete seslenerek ‘İktidarın diliyle konuşursanız, bu iktidarı değiştirmek istediğiniz konusunda samimiyetinize inanmamız zordur.’ dedi.
HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar, partisinin Demokratik Mücadele Programının 3’üncü aşaması kapsamında Bodrum’da düzenlenen halk buluşmasına katıldı.
Mevcut hükümetin savaştan beslendiğini ve savaş politikası ile iktidarda kalabildiğine vurgu yapan Mithat Sancar muhalefete önemli görevler düştüğünü ifade ederek muhalefet partilerinin Kürt sorunu konusunda iktidarla aynı dili konuşmaması gerektiğini kaydetti.
Türkiye’de artık barış sözcüğünü Kürtler ve HDP dışında kullanan kimse olmadığına dikkati çeken Mithat Sancar, halk buluşmasında şunları söyledi:
“Barış sözcüğünü HDP ve Kürtlerden başka telaffuz eden kalmadı Biliyorsunuz 1 Haziran’da başlamıştı Demokratik Mücadele Programımız. Daha sonra demokrasi yürüyüşü başlattık. Sonra demokrasi buluşmaları gerçekleştirdik. Şimdi üçüncü aşamadayız. Temel hedefi ve konusu barış ve özgürlüktür. Dikkat ediyoruz da barış sözcüğünü HDP ve Kürtlerden başka telaffuz eden kalmadı. Sanki barış sadece HDP’nin ve Kürtlerin meselesiymiş gibi bir hava doğmuş memlekette. Sanki barış isteyen korkakmış, zayıfmış gibi bir algı yaratılıyor. Oysa demokrasi buluşmalarımızda çok açık söyledik, hep birlikte ancak demokrasiyi inşa edebiliriz dedik. Yürüyüşümüzde de bu inşa gücünü ortaya çıkarmak için yola çıkacağımızı söylemiştik. Şimdi de barışı ancak birlikte inşa edebiliriz diyoruz. Ama barış için emek vermezsek, mücadele etmezsek, demokrasiye de özgürlüğe de ulaşamayız. İşte o nedenle demokrasi için de özgürlük için de barışa ihtiyaç var.
‘BARIŞ SADECE KÜRTLERİN TALEBİ DEĞİLDİR’
Barış sadece Kürtlerin, sadece HDP’nin talebi değildir. Onların meselesinin çok ötesinde bu ülkede bu ceberut yönetimi bitirmenin yoludur. Çünkü despot yönetimler, ceberut iktidarlar faşizmler savaştan beslenirler. Savaş yoluyla kendilerini sağlamlaştırmak isterler. İşte savaşa karşı barış dediğimizde istediğimiz şey elbette silahların susmasıdır, 40 yıllık savaşın sona ermesidir, 100 yıllık Kürt sorunun demokratik bir yolla çözülmesi ve demokrasinin inşa edilmesinin yolunun açılmasıdır. O yüzden diyoruz ki barış kimse tarafından lütfedilmez. Hiçbir muktedir, savaşın kendisine fayda sağladığına inandığı sürece barışın yolunu açmaz. Barış ancak halkların ortak mücadelesi ile sağlanır. Barış lütfedilmez inşa edilir. O nedenle bizler bu programımızda 1 Eylül’e doğru barışı inşa etmek için hep birlikte bir araya gelelim istiyoruz. Türkiye’de demokrasiye, eşitliğe, özgürlüğe, ekmeğe, aşa onurlu bir yaşama ihtiyaç duyan herkes barış için mücadele etmelidir. Fakat barış soyut bir kelime ve içi boş bir talep değildir. Barışı nasıl inşa edeceğiz? Herkesin üzerine düşen yükümlülükler var, herkesin yapabilecekleri var.
‘ÇARESİZLİK DUYGUSUNU GERİDE BIRAKIN’
Ve imkanı olanların yollarının açılmasını gerektiren şartlar var. Mesela tek tek hep birimiz nefret söylemine, ayrımcılığa, ırkçılığa itiraz ederek barış yoluna katkı sağlayabiliriz. Nasıl George Floyd’un katledilmesine buradan herkes tepki gösterdiyse, Diyarbakır’da ve başka şehirlerimizde Kürt olduğu için linç edilenlere, öldürülenlere aynı şekilde karşı çıkarak barışa katkı sağlayabiliriz. Sadece tek tek bireylerin çabası da yetmeyecektir elbette barışın inşasına. Bir de toplumsal güçlere yükümlülükler, sorumluluklar düşüyor. Emek ve meslek örgütlerine, sivil toplum örgütlerine her alanda faaliyet yürüten demokratik kuruluşlara da özel görevler düşüyor. Kürt şehirlerindeki STK’lara, emek-meslek kuruluşlarına özel çağrı yapıyoruz: Savaşı kader olarak görmekten vazgeçin. Savaş politikalarına karşı çaresiz olunduğu duygusunu geride bırakın. Gelin barış için çalışmaları başlatın, ilerletin. Bir araya gelin. Gücünüz var, imkanlarınız var. Barışın yolunu açmak için karar lazım, inanç lazım biraz da cesaret lazım. Ben inanıyorum ki Kürt şehirlerindeki tüm STK’’larda bu inanç ve irade vardır. Bunu ortaya koyacak bunun ortaya konmasını sağlayacak kıvılcımlara ihtiyacımız var. İşte bu çağrımız, demokratik mücadele programımız bunlara vesile olsun.
Batıdaki STK’lara, emek-meslek kuruluşlarına ve demokratik kitle örgütlerine de aynı şekilde görevler düşüyor, sorumluluklar düşüyor. Eğer Kürt bölgesinde böyle bir sivil inisiyatif ortaya çıkar ve batıda karşılığını da bulursa barış talebi halka halka büyüyecek, barış mücadelesi dalga dalga yükselecektir.
MUHALEFETE ÇAĞRI
Muhalefete de görevler düşüyor. Muhalefet partilerine. Kendilerine muhalefet partisi diyen siyasi aktörlere de görevler düşüyor. Şüphesiz Kürt sorununun çözümü için söz kurmak, cümle kurmak iyidir. Somut olarak barışı nasıl inşa edeceğinize ya da nasıl inşa etmek gerektiğine dair önerileriniz lazım. Hangi yöntemlerle barışı sağlayacağınız konusunda fikirlerinizi bizlerle paylaşın, halkla paylaşın. Somut olarak hangi yolu yürümek gerektiği konusunda ne düşündüğünüzü söyleyin. Varsa yol haritanız, varsa bir barış planınız bu toplumla paylaşın. Sadece güzel mesajlar vermek, sadece heyecan verici cümleler kurmak yetmiyor. 100 yıllık Kürt sorunu var, 40 yıla yaklaşan bir savaş var. Bu 40 yıla yaklaşan savaşı sona erdirecek barış planınız nedir?
‘İKTİDARLA AYNI DİLİ KONUŞUYORSANIZ…’
İktidarın oyunlarına gelmeyin. HDP’yi yalnızlaştırmak, Kürtleri izole etmek için her türlü kirli yönteme başvuran bir iktidar var karşımızda. Eğer o iktidarın diliyle konuşursanız, bu iktidarı değiştirmek istediğiniz konusunda samimiyetinize inanmamız zordur. Neden inanalım aynı dili konuşuyorsanız bu iktidarı değiştireceğinize? Ya da şöyle diyelim iktidar değişikliği sadece yöneten, yönetecek isimlerin değiştirilmesinden ibaretse bu bir değişim değildir.
Değişim için bu iktidarı ayakta tutan temel politikaya hep birlikte karşı durmalıyız. Muhalefet gerçekten bu iktidarı değiştirmekte samimiyse, iktidarı gerçekten ayakta tutan temel politika olan savaş politikalarına karşı birlikte itiraz eder, birlikte yürümeyi kabul eder. Bu yüzden herkes bir daha bulunduğu yeri değerlendirsin, sorgulasın. İktidar bize saldırırken, bize terörist muamelesi yaparken eğer muhalefetten bazıları buna alet oluyor ya da onunla aynı dili kuruyorsa o güçlerin bir demokrasi hedefi olduğunu söylemek mümkün değildir.
Demokrasi ittifakı oluşturmanın temel yolu bu iktidarın yararlandığı en temel kaynağı kurutmaktır, o da savaştır. Ülkede savaş politikalarını kendi iktidarının geleceği için güvence gören bir iktidar var. Sadece ülkede değil. Savaşı bütün bölgeye yaydı. Libya, Suriye, Irak, Doğu Akdeniz’de gerilim ve çatışma stratejisi izliyor, böylece ömrünü uzattığını ve böylece iktidarını sürdüreceğini düşünüyor. İşte demokrasi güçlerinin bir araya gelmesi için en temel şart bu iktidarı ayakta tutan bu politikaya apaçık tavır almaktır. Barış politikalarında bir arada yürümeye hazır olmaktır. Bunun için de herkes iktidarın diliyle konuşmak yerine barışın yolunu nasıl açacağına dair kafa yormalıdır.
‘HDP ÜZERİNE DÜŞENİ YAPMAYA HAZIRDIR’
HDP barış konusunda üzerine düşeni yapmaya hazırdır. HDP’nin varoluş sebebi barışı sağlamaktır. Şüphesiz barış sadece çatışmaları durdurmaktan ibaret değildir. Çatışmaları durdurabilir, ateşkesler ilan edebilirsiniz, eylemsizlikler ilan edebilirsiniz; fakat bu çatışmayı yaratan asıl kaynaklar orada durduğu sürece o çatışmasızlık durumunun hiçbir teminatı yoktur. Yeniden daha şiddetli bir çatışma ortamının doğması an meselesidir. O yüzden barış dediğimizde silahların susmasını sağlayacak ortak bir plana ihtiyaç var ama aynı zamanda bu çatışmanın kaynağında yatan 100 yıllık Kürt sorununun çözümünde birlikte adım atmaya da ihtiyaç var.
Biz HDP olarak onurlu barışı ve Kürt sorununda demokratik çözümü varlık nedenimiz olarak görüyoruz. Bu iki eksikliği ortadan kaldırın HDP’ye ihtiyaç kalmaz. Fakat bu iş sadece HDP’ye bırakılamaz. Herkes elini bu zor görev için taşın altına koymak zorundadır. Eğer barışı sağlayamazsak demokrasiye ulaşamayız dedik, gerçekten de ulaşamayız. Elbette tersi de olacaktır. Biz demokrasiye ulaşmak için savaş politikalarının tümünü reddeden bir güç inşa etmek zorundayız. Demokrasiye giden yolu açtığımızda Kürt sorununun çözümü için imkanlar yaratırız. Demokrasi ve barış mücadelesi iç içedir. Kürt sorununun çözümü meselesi demokrasi sorunundan ayrı değildir.
‘BU İKTİDAR SAVAŞ İKTİDARIDR’
Kürt sorununun çözümü meselesi demokrasi meselesinden ayrı değildir. Bu iktidar savaş iktidarıdır. Sadece Kürtlere saldırmıyor, sadece farklı inanç kesimlerine saldırmıyor, sadece kadınlara saldırmıyor, sadece özgürlüğe saldırmıyor; işte doğaya da saldırıyor, doğaya da savaş açıyor. Burası Muğla, doğaya saldırının en yoğun yaşandığı şehirlerimizden biri.
MUÇEV diye bir şirket kurmuşlar. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ve Valilik birlikte kurmuş. Özeti şu; devlet eliyle kıyıların, sahillerin talanı için rant dağıtıyor. Yandaşlara rant dağıtıyor. Kıyıları plajları, sahilleri talan ediyor. Oysa bunların hepsi halkın ortak malıdır. Bunlar müştereklerdir. Ne sermaye ne devlete bırakılabilir. Bütün sahiller, bütün kıyılar hepimizindir. İşte savaşı esas alan bir iktidarın rant için kullandığı yöntemleri halkın refahını gasp etmek için nasıl kullandığını burada da gördük.
GİRESUN’DAKİ SEL FELAKETİ
Karadeniz’de daha geçen gün çok acı bir felaket yaşandı. Niye yaşandı? Bunları önlemekle sorumlu bakanlar, kader diyor ya da halkı suçluyor. Şimdiye kadar 7 insanımız hayatını kaybetti, son bilgilere göre de 11 kişi kayıp. Bu felaket için kader diyorlar. Değil! Bu felaket rant siyasetinin sonucudur. Bu, iktidarın dere yataklarını bile imara açıp rant için kullanmasının bir sonucudur. Otoyollar aracılığıyla Doğu Karadeniz’i talan etme politikalarının bir sonucudur. Her vadiye taş ocağı açan, dağları, vadileri yandaşlara peşkeş çeken iktidarın politikalarının bir sonucudur. O hayatını kaybeden güzel insanlarımızın vebali bu iktidarın omuzlarındadır.
İşte barış politikası doğayla da barışmayı gerektirir, içerir. Biz barış dediğimizde aynı zamanda doğayı da savunuyoruz. Bodrum’daki en önemli çevre sorunlarından biri Bodrum otoyol projesi. Buradaki çevreci kuruluşlar bu projeye Bodrum’un Kanal İstanbul’u diyor. Muğla’nın diğer ilçeleri talan edilmiş şimdi durum daha da derinleşecek. Bunlara hep birlikte dur diyebiliriz. Barışı ve demokrasiyi savunarak dur diyebiliriz.
MUHALEFETE ÇAĞRI
Muhalefete çağrımızı yineliyorum; gelin bu ülke için bir ‘barış anayasası’ üzerinde hep birlikte çalışalım. Herkese düşen yükümlülükler var barış konusunda. Bir de gerçekten rolünü oynayabilecekken kendisinden bu imkanlar esirgenenler var. Öcalan’dan bahsediyorum. Eğer bugün, tecrit politikası sonlandırılırsa barış konusunda çok önemli rol oynayacağını biliyoruz. Bu iktidar barış için insanların yol almasını engellemek istiyor. Yol açabilecekleri de tecrit altında tutuyor. İşte biz ‘barış için hep birlikte mücadele edelim’ derken bu yolu açabilecek olan partilerin, kurumların katkı sunmasını istiyoruz, bu konuda katkı sunacak insanların da önünün açılmasını istiyoruz. Barışı hep birlikte inşa edebiliriz. Bu konuda önyargılara, komplekse gerek yok. Hepimiz tarihi sorumluluklar altındayız. Herkesin de bu sorumlulukların ağırlığını idrak etmesi gerekiyor.
Barışın anayasasını kurma görevimiz var dedim. Bizim bu ülkede barışın anayasasını kurabilmemiz için haklarda ve özgürlüklerde eşitlik noktasında buluşmamız lazım. Halkların eşit haklara ve özgürlüklere sahip olduğunu hiç olmazsa prensip olarak herkesin kabul etmesi lazım. İnançların özgür ve eşit olması gerektiğini, demokrasi isteyen herkesin hiç olmazsa prensip olarak kabul etmesi lazım. Bunu beyan etmesi lazım. Beyanın ötesine de geçmemiz gerekiyor, biliyorum ama öncelikle şu ortak kabulü ortaya çıkaralım; halklar ve inançlar için özgürlüklerde eşitlik istiyoruz, haklarda eşitlik istiyoruz.
‘KÜRTLER NE İSTİYOR?’
Bugün Bodrum’un yerel TV kanalı Kent TV”deydim. Güzel de bir söyleşi oldu. Bir seyirci şöyle bir soru sordu; ‘Kürtler her şey oluyor bu ülkede, ne istiyorlar?’ Biz de bildiğimiz cevabı verdik, daha güzel bir cevap da yok zaten: Kürtler her şey olabiliyor ama Kürt olamıyor. Aleviler için de aynı şey geçerli. Kendi kimliği ile var olamıyor, dilini konuşamıyor, kendi kültürünü yaşatacak kurumları kuramıyor. Bu iktidar engel oluyor. Sayısız örnek var.
‘KÜRTÇEYE HOYRATÇA SALDIRI VAR’
Her gün bir yerlerden Kürtçe konuştuğu için ırkçı saldırıya uğrayanların haberlerini alıyoruz. Dicle Üniversitesi’nde Kürdoloji Bölümünde tezlerin Kürtçe yazılamayacağını duyuyoruz. Türk Telekom ‘Kürtçe talep alamıyoruz’ diyor. Türkçe bilmeyen bir anneye talebini Türkçe ya da Arapça iletmesi gerektiği söyleniyor. Bu nasıl zulümdür? Bir dile böyle hoyratça saldırı nasıl bir zulümdür? Eğer bu ülkede kardeşliği kuracaksak kardeşimizin anadilini kendi dilimiz olarak bileceğiz bu bizim belki de ön şartımızdır.
Barış konferanslarının düzenlediği ilk tarih sanıyorum 2000’lerin başıydı. Rahmetli Orhan Doğan’la beraber Türkiye Barışını Arıyor diye bir konferansa katılmıştık. Ondan önce bir başka konferans düzenlenmişti. Bugün orada yaptığım konuşmanın özetini buldum. Şunu demişim, “İlk adım, anadili Kürtçe olmayanların Kürtçe öğrenmeye başlaması olmalıdır.” Çok basit bir adım. Hepimizin yapabileceği bir şey. En çok zulme uğrayan dil Kürtçe olduğu için Kürtçe öğrenmeye niyetlenmek bile bu yolda çözüme insani bir katkı olacaktır.
‘DÖNÜŞÜMÜ SADECE HDP YAPAMAZ’
Bizim barış talebimiz bitmeyecek. Barış mücadelemiz sona ermeyecek. Bu ülkeye barışı, özgürlüğü, demokrasiyi getirene kadar tüm gücümüzle mücadeleye, çalışmaya devam edeceğiz. Her seferinde de şunu söyleyeceğiz: HDP gücü olan, birikimi olan, kökleri sağlam bir harekettir. Mücadelesini kendisi yürütür ama bu ülkede büyük dönüşümlere ihtiyacımız var. Bunu sadece HDP yapamaz. HDP zulümle, faşizmle, ırkçılıkla, ayrımcılıkla sonuna kadar mücadele eder, bedelini ödemesi gerekiyorsa da öder, ama bu ülkenin ihtiyacı hep birlikte mücadeledir. İşte bizim Demokratik Mücadele Programımızın sloganı da budur. ‘Hep birlikte’ diyoruz. O nedenle birlikte yürüme konusunda kararlılığımızdan asla vazgeçmiyoruz. Yarın öbür gün şöyle duygularla karşılaşacağımız durumlar ortaya çıkar; ‘Bu kadar çaba harcıyoruz, haydi birlikte mücadele edelim diyoruz. Gelmiyor işte insanlar, niye ısrar ediyorsunuz” diyebilirler. Yok arkadaşlar, barış ve demokrasi mücadelesi kolay değildir. Faşizme karşı mücadele kolay değildir. Bir kararlılık ister, sabır ister, inanç ister. O nedenle biz hep birlikte bu mücadeleyi yürütme azminden, kararlılığından, ısrarından vazgeçmeyeceğiz. Hep birlikte başaracağız.”